Son yıllarda teknoloji dünyasında ne gibi değişimler oldu diye düşündüğünüzde aklınıza gelen en önemli değişim ne oluyor? Benim aklıma hemen her şeyin dijitalleşmeye başladığı geliyor. Günlük hayatta en çok kullandığımız şeyleri bir düşünelim. Okuduğumuz kitaplar dijitalleşti, yazdığımız defterler dijitalleşti. Dinlediğimiz müzik, izlediğimiz film dijitalleşti. Dijitalleşen her şey bizi ekranlara bağladı. Bu ekranların sayısı giderek çoğaldı; kimisi oturma odamızın köşesinde büyüdü, kimisi cebimizde küçüldü. Şu bir gerçek ki son yıllarda analog dünyalarımızdan dijital olana doğru bir göç başladı.
2018’e geldiğimizde bu trendin yavaş yavaş değişmeye başladığını görüyoruz. Artık nostalji mi diyelim buna yoksa dijital doygunluk mu bilemiyorum. Ama şu bir gerçek ki analoğa doğru bir değişim başladı.
Geçenlerde bir arkadaşıma Kindle almaya gittik. Kindle biliyorsunuz bir elektronik kitap okuyucu cihaz. Bana farklı bir marka hediye edildiği için ben kullanmıyorum ama genel olarak elektronik mürekkep (e-ink) cihazlar deyince Kindle akla geliyor. O yüzden arkadaşım bendeki cihazı görünce o da almak istedi. Elektronik kitapları okumak için elektronik bir cihaz almak isterseniz ne yaparsınız? O cihazın üreticisi ve dünyanın en büyük elektronik ticaret sitelerinden biri olan Amazon’a girer ürünü satın alırsınız değil mi? Biz de öyle yaptık ama dijital değil de analog olan Amazon’a gittik. Öyle web sitesinde filan değil, bir alışveriş merkezi içinde gerçek bir dükkan. Çünkü geçen yıl Amazon fiziksel kitapçılar açmaya başladı. Enteresan değil mi? Herkes dijitale göç etmeye çalışırken dünyanın en büyüklerinden biri dijitalden analoğa doğru yöneliyor. Amazon sadece kitapçılar açmakla kalmadı bir de Whole Foods adında bizdeki Migros’a benzer büyük bir market zincirini satın aldı.
Gelişmekte olan bu yeni trende bazıları “o2o – online to offline” adını veriyor. Ve bu trene Amerika’lı Amazon’un Çin’li rakibi Alibaba da atladı. “Hema” adında fiziksel marketler açmaya başladı. Bunların içinde her şey cep telefonuyla yapılabiliyor. “Arttırılmış gerçeklik – augmented reality” uygulamalarıyla ürünler hakkında daha fazla bilgi alınabiliyor. Hatta ödemeler “yüz tanıma sistemi”yle yapılabiliyor. Tasarımcılar bu deneyimleri tasarlarken mümkün olduğu kadar “oyunlaştırmaya” çalışıyor. Aslında bütün bu teknolojik yeniliklerin ardında bir eğlence katmanı da görüyoruz. Mesela yine Alibaba “See Now Buy Now – Şimdi gör şimdi al” adında interaktif bir eğlence gösterisi düzenlemeye başladı. Bunu izlerken hoşunuza giden bir kıyafet görürseniz anında satın alabiliyorsunuz.
Tabi Amazon rekabette bir adım daha öteye gidebilmek için bu kez Amazon Go adında yeni bir dükkan konseptiyle karşımıza çıktı. Bu yeni konsept neredeyse tamamen analog, tamamen organik. Bildiğiniz bakkal. Tabi yeni nesil şimdi bakkalı da bilmiyor olabilir ama neyse. Biz market diyelim. Bu markete girdiğinizde teknolojiyi ve dijitali neredeyse tamamen unutuyorsunuz. Elinizi kolunuzu sallayarak içeri giriyorsunuz. Sadece girişte cep telefonuyla kendinizi tanıtmanız yeterli. Bundan sonra cep telefonu da aradan çekilebilir. Sonra da dilediğin gibi alışveriş yap. Raflardan aldığın her şey otomatik olarak hesabına yazılıyor. Fikrini değiştirip geri koyarsan da siliniyor. Tıpkı eskiden çocukken bizim bakkaldan alışveriş yaptığımız gibi. O zaman da biz böyle bakkala gider, bisküvimizi alır çıkardık. Bakkal amca da aldıklarımızı veresiye defterine yazardı. Amazon Go’nun en önemli farkı bakkal amcayı da ortadan kaldırması. Onun yerine derin düşünme (deep learning) algoritmaları, sensörler ve bilgisayar destekli görüntüleme sistemleri konulmuş her yere. Tabi siz onları göremiyorsunuz. Kafanızı kaldırmadıkça… Yani artık dijital olan her şey gözümüzün önünden çekilmeye, adeta saklanmaya başladı.
Fiziksel bir ortamla dijitalin birbirine geçmeye başladığı bir başka ortam da restoranlar. Güzel bir akşam yemeğini daha zengin bir deneyime dönüştürmek için ne yaparsınız? Işıkları biraz kısarsınız, fona güzel bir yemek müziği koyarsınız filan. Tokyo’da Sagaya adında bir restoran bu konuyu çok daha ileri bir seviyeye taşımış. Yemek sanatıyla gösteri sanatını birleştirmiş. Aynı zamanda analog dünyayla dijitali. Yapay zeka, sensörler ve projektörler sayesinde masanızın üstü bir anda denizin altına dönüşebiliyor. Hem yediğiniz yemek, hem onun sunulduğu tabak hem de onu yediğiniz ortam bir tasarıma dönüşmüş durumda. Analog tabağınızın üstündeki kelebeklere, dijital olanlar eşlik ediyor. Ortamda ekstra bir ışıklandırmaya gerek yok çünkü duvarların kendisi ışıktan. Dört mevsimi yaşatıyor. Böyle bir yerde yemek yedikten sonra bir de üstüne Miyazaki’nin bir animesini izlemek lazım.
Zaman zaman tasarımcı olmak isteyenlerden sorular alıyorum. Hangi alanda kendimizi geliştirelim gibi sorular. Tasarım kelimesini dar anlamda yorumlamamak lazım. Konu sadece grafik tasarımdan ya da web tasarımından ibaret değil. Hatta tasarımcı olmak ya da olmamakla da ilgili değil.
Deneyimi tasarlamak gerekiyor. İnsan deneyimini. Tasarımcıysanız başkaları için bunu yapacaksınız, tasarımcı değilseniz kendiniz için. Teknolojiyle birlikte önce web tasarımı sonra da mobil tasarım konuları gündemimize girdi. Bu tür tasarımlarda her şey dijital bir dünyada başlayıp dijital bir dünyada biter. Tasarım yapmak için kullandığınız Photoshop ya da Illustrator gibi yazılımlar da dijitaldir, onlar yardımıyla ürettiğiniz tasarımlar da. Oysa artık dijital olanla analog olan arasındaki sınırların bulanıklaşmaya başladığı yeni bir döneme giriyoruz. Tasarımcı olanlarla olmayanlar arasındaki sınırlar da bulanıklaşmalı. Artık bu dönemde fiziksel dünyayla olan etkileşimimizin tasarımını yapabiliriz.
Notlarınızı almak için dijital bir uygulama da kullanabilirsiniz, sıradan bir defter de. Önemli olan o notun kendisi. Yazma eylemi. Okuduklarınızı fiziksel bir kitaptan da okuyabilirsiniz, dijital bir kitap okuyucudan da. Fark etmez. Yeter ki kendiniz için en güzel okuma deneyimini tasarlayın. Gününüzün 2 saati otobüslerde geçiyorsa o zamanı dijital bir kitap okuyucuyla geçirecek şekilde tasarlayın. Eve döndüğünüzde artık daha fazla ekran görmek istemiyorsanız bu kez de fiziksel kitabınızı çıkarıp okumaya başlayın.
Yeri gelmişken kitaplar konusunda da benzer bir trend gözlemleniyor. Önce tüm kitapların dijitalleşeceği öngörüsünde bulunmuştuk. Her şey e-kitap haline gelecekti sözde. Ama öyle olmadı. Yıllar içinde e-kitap satışları azaldı, fiziksel kitap satışları arttı.
Düşünün. Teknoloji önce her şeyi bir araya toplamaya çalıştı. Önce bilgisayarları sonra da cep telefonunlarını bir İsviçre çakısına dönüştürdü. Mikrofonu, hoparlörü, kamerayı, ekranı, envai çeşit sensörü bir araya getirdi. Şimdiyse bu parçaların birbirinden ayrıldığı yeni bir döneme giriyoruz. Artık hoparlöre sahip bilgisayarlar ya da cep telefonlarının yanında bilgisayarı olan hoparlörler kullanmaya başlıyoruz. İnternette arama yapmak için parmaklarımızın yanı sıra artık sesimizi de kullanıp o hoparlörlerle konuşabiliyoruz.
Önce bakkal amcanın önüne bilgisayarlı yazar kasayı koyduk. Sonra hem kasayı hem de bakkal amcayı ortadan kaldırdık. Etrafımız internete bağlanan şeylerle dolmaya başladı: Internet of Things – Nesnelerin İnterneti kavramından bahsediyorum. İnternete bağlanabilen bu şeylerin, bu nesnelerin sayısı 2025’te 75 milyarı geçecek. Fiziksel dünyamızdaki analog insan sayısının 10 katı kadar dijital cihaz anlamına geliyor bu. Öyle bir dünyada “kitabımı nereden okusam acaba”dan çok daha karmaşık bir ilişkimiz olacak teknolojiyle. İşte bunlarla olan etkileşimimizin tasarımını düşünmek lazım. Sadece profesyonel anlamda değil. Bu söylediklerimi sadece tasarımcılara ya da tasarımcı olmak isteyenlere söylemiyorum. Hayatını tasarlamak isteyen herkese sesleniyorum. Planlarınızı yaparken bile iki boyutlu bir ekrana ya da üç boyutlu bir ajandaya sıkışmayın. Hem zamanınızı, hem de içinde yaşadığınız mekanları tasarlayın. Kullandığınız bilgisayar, cep telefonu ya da IoT araçlarını ve bunlarla olan etkileşiminizi. Dijital dünyanızı analog hayatlarınıza sağlıklı bir şekilde adapte edebilmenin bir yolunu bulun. Bunun için teknolojiyi anlamaya onu doğru okumaya çalışın ki hem hayatınızın bir parçası olsun hem de aranızda bir mesafe oluşsun. Dijital dünyanın içindeki analog varlığınız korunsun.
Kaynak: Barış Özcan